30 Haziran 2011 Perşembe

da da da dannnnnnnn

yeşil, caiz, vicdan, terakki, yazı, olması istenilen yer, umut, ezber, fotoğraf, susmak, Peygamber, Kur'an, başkaları ne der, fedakarlık, korkmak, uyku, yeme içme, düşünme, haram, sorgu, sabır, öfke, alışkanlık, meşrulaştırma, tenkid, gıpta, ümitsizlik, pişmanlık, yeni sayfalar...
///bu ve aynı meyanda yazabileceğim en az 100 kelime ile dadaizm akımının karmaşıklığından faydalanarak hayatımın/hayatlarımızın şiirini oluşturmak isterdim sevgili blog...

28 Haziran 2011 Salı

Leyle-i Miraç



Evvelâ: Sizin Leyle-i Miracınızı bütün ruh u canımla tebrik ederim...
Leyle-i Miraç, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i mâneviye sırrıyla, inşaallah herbiriniz kırk bin dille tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisanla bu kıymettar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz. Ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadetle şükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatınızı tebrikle beraber, hakkımızda inâyet-i Rabbâniye pek zâhir bir surette tecelli ettiğini tebşir ederiz.
(Said Nursî r.a.)

23 Haziran 2011 Perşembe

anne

manzara:
yorgun bir anne zihinsel engelli kızının elinden sıkıca tutmuş onu ya hastaneye ya da gezmeye götürüyordur

izlenim:
anne kızını çok ama çok seviyordur ve onu ölene kadar bırakmayacak gibidir

hisse:
Allah bizi engelli yaratmamıştır ve ne kadar şükretsek yetmeyecektir

ukde:
ah anne sabrından bana biraz veremez misin? 15 dakikadır servis bekliyorum belim ağrıyor ve dişimin ağrısı başlamak üzere...(büyük engellerim)(!)

21 Haziran 2011 Salı

sonra bu haberi gördüm işte

YALNIZ YAŞAYAN YAŞLI KADIN, YAĞMUR NEDENİYLE ÇÖKEN KERPİÇ EVDE ÖLDÜ

NEVŞEHİR (A.A) - 21.06.2011

Nevşehir'in Gülşehir ilçesinde, yalnız yaşayan yaşlı kadın, yağmur nedeniyle çöken kerpiç evde öldü. Alınan bilgiye göre, Gülşehir'de etkili olan sağanak ve dolu nedeniyle Yeşilöz köyünde, gece, kerpiç ev çöktü. Köylüler, evde tek başına yaşayan Gülzade Aktaş'ı (80) çöken evden çıkardı.
İhbar üzerine olay yerine gelen sağlık ekipleri, Aktaş'ın öldüğünü belirledi.


17 Haziran 2011 Cuma

dünya sizinle nişanlanır ama evlenmez demiş biri

Belgrad ormanlarında Nur ile bağırdık, bağırdık, göklere doğru, seslice, avazımız çıkana kadar
dedik ki: git başımızdan dünya, çürük şey nolucak

siz bağıracak olsaydınız ne derdiniz acep?

14 Haziran 2011 Salı

zıtlıklar hayatın her yerinde

Bir hafta önce bindiğim dolmuşa yaşlı âmâ bir dede bindi. İnsanlar yer verdiler oturmak istemedi, yardım almak istemiyordu. Elinde asasıyla ayakta durmakta direniyordu. Asası yanındaki koltukta oturan kadına değiyordu ve kadın rahatsızlığını belli etmek için oflayıp pufluyordu. Dedeye nerede ineceği soruluyor fakat 'size ne' diye soranları tersliyordu. Epey ilerledikten sonra dede ineceği yeri söyledi. O durağı çoktan geçmiştik. Apar topar indirdiler. İnsanların büyük kısmı arkasından yorum yaptı. Huysuz dediler, her yardıma ihtiyacı var hem de mağrur dediler...
Bir nebze kulaklarımı tıkamaya çalıştım bu söylenenlere ama susamadım. Açtım ağzımı ve avazım çıktığı kadar yüksek bir sesle 'Yaptığınızdan utanın, düşkün birinin arkasından konuşmaya utanmıyor musunuz' dedim? Kendilerini müdafaa ettiler. Sustum Ellerim titriyordu. Yutkunamadım.
*
Bugün servis beklerken bir otobüsten yaşlı bir dede indi. Mide kanaması geçiriyordu. Kan ter içindeydi, insanlar yardım etmek için bir şeyler soruyor ancak o konuşamıyordu. Bir bayan çantasından çıkardığı su ile dedenin yüzünü yıkadı, telefonundan dedenin oğluna haber verdi, defalarca ambulansı aradı, etraftan geçen insanlardan yardım istedi. Bir yabancıydı ama vicdan sahibiydi. Ambulans geldi, dedeyi götürdüler. Bayan üzgündü, dede gittikten sonra o da kendi yoluna gitti. Ne kadar merhametli ne kadar insandı...

10 Haziran 2011 Cuma



şizofrenik iç konuşmalar

Olmayan arkadaşım

Bugün ne yapacağımı bilemedim. Akşama bir kınaya gideceğiz. Muhtemelen orada da ne yapacağımı bilemeyeceğim. Elimi kolumu sarıp çantama koymalıyım zira muhtemelen orada onları koyacak bir delik bulamayacak, bana sıkıntı vermelerini daha da sıkılarak izleyeceğim. Aslında sen kimsin bilmiyorum ama burada olsan sana hiç kimseyle konuşmak istemediğimden uzun uzun bahsederdim. Yani yanlış anlama o an konuşmak istediğim tek insan da sen olurdun.

*Bak bayan x eğer sana selam verdiysem bu seninle konuşmak istediğim anlamına gelmez. Ya o an seni görmezden gelememişimdir ya da aynı ortamda uzun süre kalmak durumunda olduğumuzdan konuşmak zorunda kalmışımdır. Ya da ne bileyim işte sen laf atmışsındır bakmak zorunda kalmışımdır.

*İşyerimizde işe ya da staja başlayan bayan, bakın adınız ne bilmiyorum ama sizinle tanışmayı uzun vadede düşünmüyorum. Tanışırsak nerden gelip nereye gittiğinizi sormamı bekleyeceksiniz. Nereli olduğunuzu sormamı umacak benden de memleketimi söylememi isteyeceksiniz. Sadece bunlarla kalsa iyi; okulumu, yaşadığım semti, ailemi ve özel meselelerimi merak edeceksiniz. Oysa ben bunları konuşmayı hiç istemiyorum.

8 Haziran 2011 Çarşamba

7 Haziran 2011 Salı

diyaloglar-1

kim olduklarını bende bilmiyorum, sadece kulak misafiri olabileceğim kadar yakınıma oturdular ve izlediğimiz manzara onlara da aynı şeyleri düşündürtmüş görünüyordu.

-anne biz neden babamla umreye gidemiyoruz bu yıl
-onları vakıf götürüyor kızım. önce kudüs'e uğrayıp bir camiinin restorasyonunu yapmaları gerekiyor
-kudüs nerede?
-filistin'de tabii ki
-hımmm
-bizim kızlara hava atayım yarın, kudüstü dimi
-evet
-camiyi mi tamir edeceklerdi
-evet restorasyon
-peki biz ne zaman gideriz ramazan'da olur mu
-bakalım Allah Kerim, gün doğmadan neler doğar

6 Haziran 2011 Pazartesi

serin sularda

Bu da serin bir haber işte...

- ÇOCUKLAR VAN GÖLÜ'NÜN SERİN SULARINDA
- GÜNEŞ PIRILTISINI GÖREN ÇOCUKLAR SOLUĞU VAN GÖLÜ'NDE ALIYOR
BİTLİS (İHA)
- Bitlis'in Ahlat ilçesinde hava sıcaklıkları yeni yeni artarken, güneş pırıltısını gören çocuklar ise soluğu Van Gölü'nün serin sularında alıyor.
Van Gölü sahilinde bulunan Ahlat ilçesinde havaların tam ısınmamasına rağmen çocuklar göl sularında yüzmenin keyfini sürüyor. Havaların henüz tam ısınmadığını belirten çocuklar, kısa süreliğine de olsa Van Gölü'nün sularında kulaç atıp kumda oynamanın keyfini sürüyor. Van Gölü'nde kulaç atmayı özlemle bekleyen çocuklar ise, dört gözle okullarının tatil olmasını beklediklerini, havaların ve suların daha da ısınacağını da belirterek daha rahat eğleneceklerini belirtiyorlar.
06.06.2011 11:43:38

hayalen...

Şey yazmak istiyorum:
Hayalen:
Sevgili blog sonbahar geldi ve ben bugün herhangi bir yere gittim. Mevsimlik bir pardesü almam gerektiğini düşündüm bir de şemsiye. Annem de soba kurma planları yapıyordur bir de domates salçası filan. Bu kış K'ya gitsem ne de iyi olur. Şu sarı yapraklardan bir kaç tane almalıyım giderken. Yağmur yağarsa converse'lerim su çekebilir. Bugün eve çok çok geç gitmek istiyorum. Ben bu havaları gerçekten özlemişim. Gazetede yine her şey aynı. Lügat okumak çok zevkli oluyor bu havalarda. Yıllardır öğrenciliğin getirdiği bir alışkanlıktan mıdır nedir insan Eylül'de yeni bir şeylere başlamak istiyor sevgili blog.
Ama işte ne sonbahardayız. Ne de hava yağacak gibi duruyor.
O halde hayalen de olsa ben kendimi eve götüreyim
İyi akşamlar yapraklar, sizi gelip Eylül'de alacağım

5 Haziran 2011 Pazar

Köşe

liselere mecburi Osmanlıca dersi konulsun

Mehmet Şevket Eygi, 3 Haziran'da harikulade bir yazı yazmış, Nur haberdar etti. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim

Bin Yıllık Milli Yazımız Hala Yasak

Türkçeyi Osmanlı alfabesiyle yazma yasağı bir insan hakları ihlalidir. Bu ülke, bu halk, bu devlet bin yıldan fazla bir müddet içinde Türkçeyi İslam-Kur'an yazısıyla yazmış ve okumuştur. Devlet arşivimizdeki belgeler bu yazı ile kayıt altına alınmıştır. Eski mahkeme sicilleri bu yazıyladır. Atalarımızın mezar taşları bu yazıyladır.

1928'te bu milli yazı yasaklanmış, onun yerine Latin yazısı alınmıştır.

Bugün ülkemizde her çeşit alfabe ile yayın yapılmaktadır ama bin yıllık milli yazımızla Türkçe yayın yapmak yasaktır.

Sadece yayın değil, eğitim yapmak da yasaktır.

Ortada korkunç bir kültür kopukluğu vardır.

İnsan haklarına aykırı, milli kimlik ve kültüre zararlı bu yasak artık kaldırılmalıdır.

Devletin resmi yazısı Latin yazısı olarak kalsın ama bin yıllık milli yazımız da yasak olmasın.

Geleneksel kültüre ve tarihi devamlılığa taraftar olan bendeniz Osmanlı yazısı ile gazete, dergi, kitap yayınlayabilmeliyim.

Böyle bir gazete, dergi ve kitaplar okuyucu bulur mu, tutunur mu, bu ayrı meseledir.

Türkçe tarih boyunca on beş kadar yazı ile yazılmıştır. Anadolu Rumları Türkçeyi Grek alfabesiyle yazmışlardır.

Anadolu Ermenileri Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazmışlardır.

Anadilleri Türkçe olan Karaylar Türkçeyi İbrani yazısıyla yazmışlardır.

Müslümanlar da İslam/Kur'an yazısıyla yazmışlardır.

Bu konudaki yasak genç nesilleri hafızasızlık illetiyle malül etmiştir.

Bir Fransız genci Balzac'ın 1928'den önce basılan kitaplarını okuyabiliyor ama bir Türk genci, o tarihten önce basılmış kitapları okuyamıyor.

Üniversite bitirmiş bir gencin eline bundan yüz yıl önce basılmış bir Fuzuli divanı veriniz, Çince veya Tibetçe bir kitaba bakar gibi aval aval bakacaktır.

İslam/Kur'an yazısı zormuş, Latin yazısı kolaymış, binaenaleyh kültür ve eğitimde büyük kalkınma olmuş... Bunlar boş ve mesnetsiz laflardır.

Dünyada Çin yazısı kadar zor bir yazı var mıdır?.. Çince bir gazeteyi okumak için binlerce ideogram ezberlemek lazım diyorlar. Hele aynı dilde felsefi, derin bir kitabı okuyup anlamak için on binden fazla eciş bücüş şekil bilmek gerekiyormuş. Japonca da öyle.

Zor bir yazı bir toplumu geri bıraksaydı, Çinliler ve Japonlar geri kalırdı.

Tam aksine, zor bir yazı bir toplumu ilerletir, güçlendirir.

Okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunun bir lisan zekaları, akılları tembelleştirir, dumura uğratır.

Osmanlı yazısı mı üstün, bugünkü Latin Frenk yazısı mı üstün, bu konu tartışılır ama milli yazımız üzerindeki yasak mutlaka kaldırılmalıdır.

Bendeniz Osmanlıca bir dergi çıkartsam, mahkemeye verilsem, mahkum edilsem, en sonunda Strasburg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvursam, o mahkeme beni haklı çıkartacak ve Türkiye'yi tazminata mahkum edecektir.

Sovyetler Birliği çok zalim, çok kanlı, çok amansız bir diktatörlük rejimiydi, bilhassa Müslümanlara ve Türklere kan kusturmuştu ama orada Stalin zamanında bile İslam yazısıyla Türkçe edebi kitaplar basılabilmiştir. Kütüphanemde 1950'li yılların başlarında Azerbaycan'da İslam yazısıyla yayınlanmış Leyla ile Mecnun ve Hophopname kitapları var.

Zulmün her türlüsü olur. Siyasi zulüm, iktisadi zulüm, kültürel zulüm.

Osmanlıca, liselere mecburi ders olarak konulmalıdır.

Bu dersi istemeyen ana babalar yazılı olarak müracaat ederek çocuklarının bu konuda cahil kalmasını isteyebilir.

Selaniklilerin ve onlara benzemişlerin, milli yazı ve alfabe konusundaki taassuplarına (bağnazlıklarına) artık son vermelerini bekliyoruz. Bülbülderei'ndeki Dönmeler mezarlığında onların atalarının mezar taşları da bu yazıyladır.

3 Haziran 2011 Cuma

gel bi konuşalım

Bir...Doğru (luk) objektif bir şeyse... (ki bu ikimizin itikadınca öyledir) Elimize sadece bir doğruyu alalım ve hakkını teslim edelim o doğrunun. Hakkını teslim etmek doğruya yüz çevirmemeyi gerektirir. Nefse ağır gelecektir. Hatta biliyor musun ilk aşamada insan doğruya itiraz bile edebilir. Doğruluğun öteki dünyada somut bir surete bürünüp yüzümüze tüküreceğinden korkuyorum. Her gün bir doğruyu sakladığımız yerden çıkaralım mı?
Yanlışlığını meşrulaştırdığımız doğrulardan (!) başlamaya ne dersin?

İki...Ben artık doğrularımızın birçok fikrin potasından geçip bizim olmaktan çıktıklarını görüyorum. Neden mi? Çünkü bana savunduğun doğruları 'olması gerekir'lerle açıklıyorsun. Ve güya senin 'olması gereklilerin' daha vicdani ve insancıl oluyor. Kusura bakma senin güya hümanist doğruların genel geçer doğrumuzdan daha insancıl olamaz.

Üç...Sen, ben ve çoğumuz doğrumuzu yanlış tartıda tarttığımız için doğrularımızı yarıştırıyoruz. Bak aslında hepimiz bir parça birilerinin fikirlerinden etkilenen doğruları kabullendik. Sana doğrularımızı çırılçıplak bir kaynaktan içebileceğimizi anlatmak istiyorum.
Doğru mu?
Gel eğri oturup doğru konuşalım dostum.

2 Haziran 2011 Perşembe

kül...

Keşke bir tepede kül olsaydım da fırtınalı bir günde rüzgar savursaydı beni...İmran bin Usaym