30 Ocak 2011 Pazar

değilim buralarda...

Kimse şuan sokaklarında is ve kar kokularının birbirine karıştığı K'da gezmediğimi iddia edemez...Varlık somut materyalllerle açıklanacak kadar indirgenmiş olsaydı -ki değil şükür- gökyüzündeki mesleğimizi kimler icra edecekti?
Evet ben oradayım, birazdan sağa dönüp kale yoluna gireceğim.
...
Acele etmeliyim çünkü kar hızlanıyor!

29 Ocak 2011 Cumartesi

...b

Masamdaki sümbülün o eşsiz kokusu cennet kokularından bir numune olabilir mi? Kokusu o denli büyüleyici ki son nefesimi bu kokuyu çekerken vermek, tekrar dirildiğimde aynı kokunun serinliğinde nefes almak istiyorum. Besmele çektiği için var olan bir sümbülden bahsediyorum. Besmelesinin olmayacağı gün solmaya yüz tutacak bir yaratılmıştan bahsediyorum. Halkedilmiş bir sümbülden, tasvir edilmiş bir çiçekten, tesbih eden fani bir varlıktan söz ediyorum. Masamda oturmuş vazifesini yapıyor, ben de karşısında hicap ediyorum. Şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini almış. Aldıkça özgürleşmiş, yalınlaşmış, temizlenmiş...

28 Ocak 2011 Cuma

kısa kısa...

Mevlana ne güzel demiş;

Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde, noksan da olur...
Sakın büyüklenme, elde neler var.
Bir ben varım deme, yoksan da olur...
- - -
Mesut Kurtis Burdah desin
- - -
Zarifoğlu'ndan...
"Önce yüreklerimizdeki Kudüs'ü işgal ettiler
Biz savaşı kendimizde kaybettik.
Kendimizle kaybettik..."

25 Ocak 2011 Salı

lâzıme

I- Yusuf Suresi'nin içine girip kuyuyu koklamak lazım
II- İçinden geçirdiğin kara kedileri gökten gelen bir şeylerle kovmak lazım
III- "Bu da geçer ya hu" duvarının altında uyumak lazım (somut bir duvardan söz ediyorum)

kar kristalleri ; )

Ajansa kar kristalleri yağmaya başladı

10.19 Kar yağışı Trakya’dan yurda giriş yaptı
10.49 Edirne'de kar yağışı devam ediyor

Bekliyorum...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Teşekkürler Allah'ım

S'nin birbirinden ilginç ve komik Suriye hatıraları artık telefonumuza mesaj halinde düşmeye başladı. Sabah uyandığımda bilmem kaç karakter olan o hoş mesajları okuyarak, mutluluk enerjisi depoluyorum. Anlıyorum ki ne durumda olursam olayım S ve diğer dostlarım varlıklarıyla bile destek olmaya yetiyorlar.
Dost dedim, telefonuma bir mesaj daha geldi... Nur bana seslenmiş, hem de nasıl bir seslenme...
Ve evet Allah'ım bu yardımın için ne kadar şükretsem yetmez.

21 Ocak 2011 Cuma

ödev

Üstadın şöyle bir çağrısı vardır ki nefistir: "Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!" Bu benim ödevim olsun, bu hikmetli sözü kavramak olsun...

yüksek bir tepede safahat da okunabilir

Sevgili blog bugün yüksek bir tepeden kendime ve şehre bakma ihtimalim var...
Bir de Marmara Üniversitesi'nden bir öğretim görevlisi Açıklamalı Safahat Lugatı hazırlamış
Gündemde ne var, açıp bakmak istemiyorum
2011 Mehmet Akif yılı olacakmış
Bu kadar

20 Ocak 2011 Perşembe

bu ne büyük bir...

Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir
BSN

17 Ocak 2011 Pazartesi

da-dü-ce-va...

Daha çok cesur Ya Rabb
Daha çok korkusuz
Daha çok bırakıp gidebilecek
Daha çok düşünmeden vazgeçecek...

14 Ocak 2011 Cuma

çocuk ve kedi...evet!

Sisteme tek satırlık bir haber düştü, biliyorum bunu kimse kullanmayacak. Silahlar, projeler, restleşmeler, gıybetler ve yalanların daha çok prim yaptığı bir gündemimiz var. Ama hayır ben bu haberi es geçmeyeceğim

-Çocuk ve kedi
-GÜNCEL
ORDU (CİHAN)
- Ordu’da üşüdüğü için titreyen kedi yavrusuna yaşları 5 ile 9 olan iki çocuk sahip çıktı. Haber Dusme Saati: 2011-01-14T08:49:27Z

13 Ocak 2011 Perşembe

fuzuli olmayan eylemim : )

Nur, Fuzuli'nin divanını Osmanlıca'dan okuma çabamı görseydi gözleri yaşarırdı : )

10 Ocak 2011 Pazartesi

neler eyler...

dündü sanırım hatırlamıyorum. haber yaptım, sayfa kısalttım, merdivenlerden indim(basamakları saymaksızın), montuma sarıldım, otobüsten dışarıyı izledim, "seyreyle güzel Kudret-i Mevla neler eyler" dedim, nenemi düşündüm, yutkundum, nenemi seke seke yanına koşabileceğim yakınlıkta hayal ettim. beraber bulutların üzerinde uyuyabileceğimizi filan...
sonra kulaklığımı taktım, seyreyle güzel'i dinledim...

Seyreyle güzel kudret-i mevla neler eyler canan canan
Allaha sığın adl-i teala neyler
Meyla eylemezem gayrısına tövbeler olsun canan canan
Şol yüzleri dost özleri düşmandan usandım
Suları şikest meyleri kalp hazreti haktan canan canan
Bir ane değin ettiğim isyandan utandım

7 Ocak 2011 Cuma

hey gidi...

Üstad rüya için sinema-i Rabbaniye'nin seyrangahıdır demiş ve eklemiş güzel düşünen güzel levhaları görür.

Yâkûb aleyhisselâmın "Artık bana düşen güzel bir sabırdır" sözünün üzerimde bıraktığı tesiri hatırladım da, 'Hey gidi günler!' demekten kendimi alamadım...

5 Ocak 2011 Çarşamba

nanik:)

I-N abla sonunda geldi.
II-Benimle Zarifoğlu'nun "Allah'ım yol boyunca bırakma elimi düşerim sonra" dizesini paylaştı
III-Allahım bizi lütfen bırakma
IV-S.dış ile şeytana nanik yapacağız:)

1 Ocak 2011 Cumartesi

Volga Nehri'nin hazîn şırıltıları...

Bunu yeni yıla istinaden yazmıyorum fakat yaşlanıyoruz. Hem de hızlı...Yaşımız yıllanıyor, zamanın peşinden koşarken 'ideal'imizi / 'ideal'imizin peşinden koşarken zamanı ıskalıyoruz. Risale-i Nur'larda beni en çok etkileyen satırlar tam da bu hususla ilgili olarak yazılmış. Üstadın sürgün yıllarındaki halet-i ruhiyesi faniliği, acziyeti, teslimiyet ve kullluk sırrını ve bana henüz kendini açmayan birçok sırrı içinde barındırıyor...Sözü uzatmayayım, hakikati onlar anlatsın
...
Harb-i Umumîde, esaretle, Rusya'nın şark-ı şimalîsinde, çok uzak olan Kosturma vilâyetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii, meşhur Volga Nehrinin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim. Dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehrinin kenarındaki küçük camiye aldılar.
Ben yalnız olarak camide yatıyordum. Bahar da yakın. O şimal kıt'asının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. O karanlık gecelerde ve karanlıklı gurbette, Volga Nehrinin hazîn şırıltıları ve yağmurun rikkatli şıpıltıları ve rüzgârın firkatli esmesi, beni derin gaflet uykusundan muvakkaten uyandırdı. Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb-i Umumîyi gören ihtiyardır. Güya "Çocukları ihtiyarlatan bir gün." (Müzzemmil Sûresi) sırrına mazhar olarak, öyle günlerdir ki, çocukları ihtiyarlandırdığı cihetle, kırk yaşında iken, kendimi seksen yaşında bir vaziyette buldum. O karanlıklı, uzun gece ve hazîn gurbet ve hazîn vaziyet içinde hayattan ve vatandan bir meyusiyet geldi. Aczime, yalnızlığıma baktım, ümidim kesildi.

O hâlette iken, Kur'ân-ı Hakîmden imdat geldi. Dilim "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân Sûresi) dedi. Kalbim de ağlayarak dedi:

Garibim, kimsesizim, zayıfım, güçsüzüm, imdât derim.
Affını, yardımını dilerim dergâhından, ey Allah'ım!

Ruhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatımı tahayyül ederek, Niyazi-i Mısrî gibi dedim:

Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile her dem uçup, çağırırım dost, dost!
diye dostları arıyordu.

Her neyse... O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde, dergâh-ı İlâhîde zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçi ve vesile oldu ki, şimdi de hayretteyim. Çünkü birkaç gün sonra, gayet hilâf-ı me'mul bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binaen gelen inâyet-i İlâhiye ile harika bir surette kurtuldum. Tâ Varşova ve Avusturya'ya uğrayarak İstanbul'a kadar geldim ki, bu surette kolaylıkla kurtulmak pek harika olmuştu. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak olamadıkları çok teshilât ve çok kolaylıkla, o uzun firarî seyahati bitirdim.

Fakat o Volga Nehri kenarındaki camideki mezkûr gecenin vaziyeti bana bu kararı verdirmiş ki, bakıye-i ömrümü mağaralarda geçireceğim. Bu insanların hayat-ı içtimaîsine karışmak artık yeter. Madem sonunda yalnız kabre gideceğim; yalnızlığa alışmak için şimdiden yalnızlığı ihtiyar edeceğim, demiştim.

Fakat, maatteessüf, İstanbul'daki ciddî ve çok ahbap ve İstanbul'un şâşaalı hayat-ı dünyeviyesi, hususan haddimden çok fazla bana teveccüh eden şan ve şeref gibi neticesiz şeyler, o kararımı muvakkaten bana unutturdular. Güya o gurbet gecesi, hayatımın gözünde nurlu siyahlıktı. Ve İstanbul'un beyaz, şâşaalı gündüzü, o hayat gözümün nursuz beyazıydı ki, ileriyi göremedi, yine yattı. Tâ iki sene sonra Gavs-ı Geylânî, Fütuhu'l-Gayb kitabıyla tekrar gözümü açtırdı.
İşte ey ihtiyar ve ihtiyareler! Biliniz ki, ihtiyarlıktaki zaaf ve acz, rahmet ve inâyet-i İlâhiyenin celbine vesiledir. Ben kendi şahsımda çok hadiselerle müşahede ettiğim gibi, zeminin yüzündeki rahmetin cilvesi de gayet zâhir bir tarzda bu hakikati gösteriyor.